
Yaşamın tarihine baktığımızda canlıların yaşadıkları toplumda lider olmak, ayrıcalıklı olmak ya da olumlu/olumsuz fark etmeksizin herkes tarafından tanınan biri olmak gibi idealleri olduğunu görüyoruz. Örneğin bir babun olarak dünyaya gelseydiniz, sürünün lideri olmak isteyeceğinize ya da imkânınız varsa bu konuda mücadele edeceğinize yönelik şüphe yok.
İnsanlık tarihine baktığımızda da tarihteki bazı karakterlerin yetenekleri olsun ya da olmasın kendilerini özel hissetmeleri, lider hissetmeleri ya da kutsal hissetmelerini görüyoruz. Bu değerin gerçek hayatta karşılık bulması, söz konusu karakterlerin kendilerini nasıl hissettiklerinden ziyade toplumun bu hislere vermiş olduğu karşılığa bağlı. Yani sadece isteyerek yaşadığınız toplumda ön plana çıkamıyorsunuz. Bunun için biraz şans ve mücadele gerekli.
Medya ve iletişim araçlarının gelişmesiyle bu ünlü olma zorluğu kolaylaşıyor aslında. Günümüz teknolojisiyle ünlü olma kolaylığına gelmeden önce sizi 80’lere götürmek istiyorum.
Artistlik yapma!
Yaşadığımız toplumun tarihine baktığımızda ünlü olmanın eski aile geleneklerine pek de uygun olmadığını söyleyebiliriz. Örneğin 40 sene öncesine gitsek ve ailemize tiyatro oyuncusu olmak istediğimizi söylesek ne tepki alırdık diye düşünün. Bu ülkede insanlar birbirine hakaret ederken “artistlik yapma” diyorlar. Oyuncu olursan, ressam olursan işsiz kalırsın, kız vermezler gibi tehditler de işin farklı bir boyutu. Yani eskiden ünlü olmak sadece teknolojik olarak değil, kültürel anlamda da birçok engel barındırıyordu. Ama her şeye rağmen ünlü olmayı başarmış insanların kaybetmedikleri bir maneviyatı ve her daim hassas davrandıkları toplumsal değerler vardı.
Konserde hayranının yüzüne idrarını yapan Sophia Urista.
Bu yazıyı yazmaya karar verdiğimde eski gazete ve televizyon röportajlarına göz attım. 80’ler ve 90’larda konuşulan Türkçe, ünlü olsan bile kaybedilmeyen o tevazu ve toplumsal değerlerle harmanlanmış o sanat tutkusu, şu anda içinde bulunduğumuz toplumsal değersizlik karşısında bir güneş gibi parlıyordu. Yani, konserde ceketini çıkarmak için dinleyenlerden izin isteyen Neşet Ertaş’tan, konserde hayranının yüzüne idrarını yapan Sophia Urista’ya uzanan maneviyat çöküşü.
Yukarıda anlattığım işin ünlü tarafıydı. Bu olayın ünsüz insanlar tarafı da çok farklı değil aslında. 80'lerde aileler arasında düzenlenen yüzük takma etkinliğinde küçük bir topluluğa yapılan konuşmada bile heyecanlanan aile büyüklerinden, YouTube’da tık almak için yapmadıkları rezillik kalmayan ebeveynlere uzanan maneviyat çöküşü. 90'larda adaptörü ısındığı için “yeter artık kapat şu cihazı” diye teknolojiyi kısıtlayan insanların, TikTok’ta daha çok izlenmek için yaptıklarından bahsetmek bile istemiyorum.
Eyvah toplum elden gidiyor.
Bir de gündüz kuşağı TV programlarına katılan ünsüz insanların, özel hayatlarıyla ilgili yaptıkları itiraflara ses çıkarmayıp gökkuşağı renkleri görünce “eyvah toplum elden gidiyor” diyenler var. Onlar da başka yazının konusu olsun.
İnsanın içindeki ünlü olma tutkusu gazeteden, radyodan, televizyondan ya da sosyal medyadan bağımsız olarak çok eskilere dayanıyor. Ama bu tutku güncel iletişim araçlarıyla bir hırsa dönüşmüş. Tutku, insanın kendi mutluluğu için mücadelesini anlatırken hırs, aşırılığı ve insanın başkaları için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Hani büyüklerimiz hırslı olmamızı tavsiye eder ya, ben de tam aksini söylüyorum: kendinizle ilgili alacağınız en güzel kararlardan biri tutkulu olmaktır. Aşırılık hayatın her alanında size zarar verir.
Televizyona çıkmak. Evet “çıkmak” kelimesi orada görünmek manasında kullanılmış ama ben bu yazıda manevi değerlerini yitirmemiş insanların “yukarıda” durması olarak yorumladım. Yani hâlâ değerli hâlâ güzel insanlar için.
Bir de internete düşmek var. Hem de ne düşmek. Beğeni almak, daha fazla izlenmek ve ünlü olmak için insanların içine “düştüğü” durumu anlatacak daha güzel ifade yok gibi.
Şimdi karar sizin: Televizyona mı çıkacaksınız yoksa internete mi düşeceksiniz?
Comments